Jüpiter, Güneş Sistemi’nde Güneş’ten itibaren sayıldığında beşinci sırada yer alan ve adını Roma mitolojisindeki tanrılar kralı Jüpiter’den alan dev bir gezegendir. Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olma özelliğine sahip olan Jüpiter, kütlesiyle dikkat çeker; öyle ki kütlesi, Güneş Sistemi’ndeki diğer tüm gezegenlerin toplam kütlesinden iki kat daha fazladır. Bu devasa büyüklüğüyle Jüpiter, Güneş Sistemi’nin kütlesinin %71’ini tek başına oluşturur.
Jüpiter, esas olarak hidrojen ve helyumdan oluşur ve bu yönüyle Güneş’e benzer bir kompozisyona sahiptir. Ancak, gezegenin yüzeyi olarak adlandırılabilecek katı bir alanı yoktur; gaz ve sıvı haldeki hidrojen, derinlere doğru gidildikçe metalik hidrojene dönüşür. Jüpiter’in dikkat çekici bir diğer özelliği de Güneş Sistemi’ndeki en güçlü manyetik alana sahip olmasıdır.
Jüpiter’in atmosferi, büyük kırmızı leke olarak bilinen devasa bir fırtına sistemi de dahil olmak üzere, çeşitli renklerde bantlar ve turuncu, kahverengi, beyaz gibi farklı renklerde bulutlarla kaplıdır. Bu büyük kırmızı leke, Dünya’dan bile görülebilen ve yüzlerce yıldır devam eden bir fırtınadır.
Jüpiter aynı zamanda büyük bir uydu sistemine sahiptir. Bilinen 79 uydusu arasında, Galileo Galilei tarafından keşfedilen ve Galilei uyduları olarak adlandırılan dört büyük uydu (Io, Europa, Ganymede ve Callisto) bulunmaktadır. Bu uydular, kendi içlerinde çeşitli özellikler gösterir; örneğin, Ganymede, Güneş Sistemi’ndeki en büyük uydu olup, Merkür gezegeninden bile büyüktür.
Araştırmacılar için Jüpiter, Güneş Sistemi’nin oluşumu ve gelişimi hakkında önemli ipuçları barındıran bir laboratuvar niteliğindedir. NASA’nın Juno uzay aracı gibi görevler, Jüpiter’in yapısını, atmosferini ve manyetosferini daha iyi anlamak için önemli veriler toplamaktadır. Jüpiter’in devasa büyüklüğü, güçlü manyetik alanı ve zengin uydu sistemi, onu Güneş Sistemi’nin en ilgi çekici ve araştırılmaya değer cisimlerinden biri yapmaktadır.